12 Aralık 2016 Pazartesi

BİREYSEL GÖRÜŞME: Hastalığını Kabul Etmeyen Danışana Nasıl Yaklaşılır?

0 yorum

  


TERAPİST ve DANIŞAN ARASINDA GEÇEN KONUŞMA




Terapist: belki biraz bana kendinden bahsedebilirsin.
Danışan: özellikle hangi konuları anlatmamı istersiniz?
Terapist: hangi konudan başlamak istiyorsanız oradan başlayabiliriz.
Danışan: 24 yaşındayım, Gaziantep üniversitesine gidiyorum, mimarlık okuyorum… Ailem yaşıyorlar ve birbirleriyle evlilik yaşamlarını paylaşıyorlar. Bir kardeşim var. Mustafa
Benden 2 yıl küçük, onun epey yakınız. Son zamanlarda tek başıma takılıyorum, iki hafta önce biriyle beraberdim.
Terapist: peki buraya gelmenin nedeni bu mu?
Danışan: sevgilimden ayrılmam mı?(gülümseme), keşke. Hayır, sevgilimden ayrılmam çok kolay oldu. Bizim ayrılığımız iki taraflı bir anlayış çerçevesin de gerçekleşti. Yunus bu konuda çok medeni ve anlayışlı davrandı. Onunla hala yakın bir arkadaşlık ilişkimiz sürmektedir. Ve onun yeni sevgilisi… Çok güzel. Ve kızın babasının Karataş bölgesinde on binası var. Bu yüzden… Çok hoş bana göre. Kusura bakma kendimi anlatma konusunda gerçekten çok yeteneksizim. Bana soru sormak zorundasın. Sen o tip terapistlerden misin?
Terapist: olabilirim. Neden olmasın.
Danışan: seni sitende buldum. Hiçbir yorum yoktu, aslında senin yaşının biraz daha büyük olabileceğini düşünmüştüm.
Terapist: yaşı biraz daha büyük bir terapist mi tercih etmek isterdin?
Danışan: hayır, aslında çok iyi gözüküyorsun. Bu iş nasıl? Çok zorlanıyor musun? Özür diliyorum.
Terapist: bahsetmeden edemeyeceğim, buraya geldiğinden beri çok fazla benden özür diledin.
Danışan: özgün falan değilim. Sadece biraz kibar davranmak istemiştim.
Terapist: tamam, sadece bilmen gerektiğini düşündüm. Hiçbir şey için özür dilemek gibi bir mecburiyetin yok… bana hangi konuda olursa olsun, istediğin her şeyden bahsedebilirsin. Beni söylediklerinle gücendiremezsin.
Danışan: gücendiremez miyim?
Terapist: tabi ki edebilirsin ama söylemeye çalıştığım şey bunu atlatabileceğimdir. Burada anlatmak istediğim, beni üzeceksin diye kendi duygularını gizleme
Danışan: tamam
Terapist: bir psikologla senin ilk görüşmen mi?
Danışan: hayır, daha önce de 10 hafta terapi’ye gittim.
Terapist: bu çok kısa bir süreymiş.
Danışan: eğer terapist geri zekalının biri olmasaydı. Görüşmeye devam edebilirdim, onun için görüşme uzun bir süre bile… sanki bu hayatta hiçbir iş kalmamışta psikolog olmayı seçmiş gibiydi. Ona bakınca “Tamam! Ben psikolog olmak için doğdum.”, “Ben çok iyi bir dinleyiciyim.” Diye bir izlenimi vardı. Üstünüze almayın lütfen.
Terapist: sorun değil. Devam edin lütfen.
Danışan: yanındayken yüzüne baktığım da şöyle düşündüğünü anlayabilirim: Bu kız umutsuz vaka, zaman kaybı olduğunu söyleyebilirim.
Terapist: neden böyle bir düşünceye kapıldın.
Danışan: bilmiyorum. Gözlerindeki parıltıyı ve kibarlığını gördüğümde böyle bir düşünceye kapılırım. Bir de bana hep aynı öykülerden bahsederdi.
Terapist: bu söylediğin aynı görüşmede mi gerçekleşti.
Danışan: hayır, ayrı görüşmelerde anlatıyordu. Bana
Terapist: bunlar olurken bile görüşmelere gittin mi?
Danışan: Evet, görüşmelere giderek borcumu ödeyebileceğimi düşündüm.
Terapist: borcumu ödeyeceğim derken neyi anlatmaya çalışıyorsunuz. Biraz açıklar mısınız?
Danışan: çok kibar bir insandı. Uğraşıyordu.
Terapist: sana hep anlattığı öykü neydi?
Danışan: çok da bir öneme sahip bir öykü olduğunu düşünmüyorum. Aslında bir öykü de değildi. Daha çok bir fıkraya benziyordu. Psikolog olduğunuz için muhtemelen tahmin edebiliyorsunuzdur.
Terapist: belki de bilmiyorumdur. Bunu anlatmasanız bilip bilmediğimi anlayamayız sanırım
Danışan: Nasrettin hoca fıkralarından birini anlatır.
Terapist: evet, biliyorum. Sanırım bu öykü klasikleşmiş
Danışan: her seferinde anlattığında bana hiçte komik gelmemişti. Görüşmeye gitmediğimde beni 50 defa aramıştı.
Terapist: görüşmeyi hangi sebepten dolayı bıraktığını bilmediğinden seni aradığını hiç düşündünüz mü?
Danışan: bu kadar aramasına rağmen benim telefonu açmamam bir cevap aslında, onunla konuşmak istememe rağmen neden beni arıyor.
Terapist: görüşmeyi bıraktıktan sonra onunla hiç konuşmadınız mı?
Danışan: ona ne söyleyebilirdim, bilmiyordum. Sadece görüşmeyi sürdürmeyi istemedim.
Terapist: terapistine görüşmeyi bırakmanın sadece nedenini merak ediyorum.
Danışan: sadece terapistimi üzmek istemedim. Ta… tamam, kadın beni arama konusunda fazla ısrarcı davrandı. Benim çevremde olan arkadaş ve dostlarım da psikolog’a gidiyor. Onlar görüşmeye gitmediklerinde sadece bir kere arar. Terapistim bunu fazlasıyla ihmal etmişti. Başka neden söylemek gerekirse o gerçekten çok geri zekalı biriydi. O…onu tanıyor musun?
Terapist: hayır, sanmıyorum. Neden bunu merak ettiniz?
Danışan: çünkü durup durmadan terapistimle geçen 10 haftalık görüşmemizin içeriğini merak ediyorsunuz. Ve benim sana gelmemdeki asıl amaç senin çevremdeki hiç kimseyi tanımıyor oluşundur.
Terapist: sadece sizin burada ne anlatmaya çalıştığınızı anlamaya çalışıyorum.
Danışan: sen kendini fazla kasıyorsun, burada sana hiçbir şey anlatmaya çalışmıyorum. Birde sen eski terapistimin konusunu açtın.
Terapist: bu terapi süreci boyunca seni rahatsız edebilecek konular hakkında sorular sorabilir miyim?
Danışan: aman Allahım ya, sana eski terapistim olan kadının, beni takmadığını ve dinleme konusunda da sadece rol yaptığını söylemedim mi? Ona kardeşimin bazı sorunların olduğu ve aileme yardımcı olmadığını söyledim. Onun bana sorduğu şey acaba kardeşine karşı öfke hissediyor musun? Bu ne ya ben kardeşimi çok seviyorum. Ben o esna da terapistime: “Şuan seni öldürebilirim kaltak.” Sizi gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Ben sanmıştım ki buraya geldiğimde birinin beni dinleyebileceğidir. Ama sen burada psikolog’culuk oynuyorsun. Sanırım eski terapistim gibi senle olan görüşmelerimde boşa gidecek.
Terapist: ben burada gerçekleşecek görüşmelerimizin nasıl gideceğini tam bilmiyorum. Bunu ilişkimiz belirleyecek.
Danışan: tabi ki düşünmezsin. Tamam, dinle o zaman.
Terapist: ben seni anlama konusunda hızlı olmasam da seni dinlediğime gerçekten emin olabilirsin. Ve bence senin hakkın da birkaç şeyi kavradığımı söyleyebilirim. Birincisi, bir şeyi her seferinde dile getirmemek. Klasikleşmiş şeyleri söylemememi ve vaktini iyi değerlendirmemi boşa gitmesini engellememi istemen. Senin ailene özellikle de kardeşine çok bağlı olduğunu, eğer işler yolunda gitmezse yalnızlığı seçtiğini söylemiştin. 50 defa seni arayıp ulaşamazsam bile.
Danışan: gerçekten beni 50 defa aramamıştı.
Terapist: peki sizin hakkınızdaki konulardan konuşmak için siz hangi sebepten ötürü buraya geldiniz?
Danışan: gerçekten büyük sorunları olan insanlar fazla buraya geliyor mu? Kaç kişi buraya geliyor?
Terapist: anlayamadım biraz daha açıklar mısınız?
Danışan: bilmiyorum. Mesela ölüm, tecavüz gibi konularda olan danışanlarınız. Bilmiyorum ya
Terapist: bana anlatacağın her konunun üstesinden gelebileceğimden emin olabilirsiniz.
Danışan: önceki söylediğim şeyleri yaşamadım korkma. Şunu söyleyebilirim ki ben gerçekten kelimeleri ağzımdan çıkarmaya zorlanıyorum. Yazabilir miyim?
Terapist: tabi ki.(yazıp bana uzatıyor) Nasıl hissediyorsunuz?
Danışan: bıkkınlık, yorucu
Terapist: ne çeşit bir kansere yakalandınız?
Danışan: aslında biliyor musunuz? Boş ver ya bu konu akında hiçbir şey söylemek istemiyorum. Sadece bir kişinin bilmesini istedim. Kafam çok karışık, 2 hafta içerisinde hal olunması lazım. Benim çok sayıda planım var halletmen gereken şeyler var. Off ya çok kötü gözüküyorum.
Terapist: geceleri yatabiliyor musunuz?
Danışan: pek değil. Uzandığım zaman terler içerisinde banyo yapmış gibi oluyorum sanki. Çok kötü duruma düşüyorum. Tabi bunu sonucunda yatağım sırılsıklam oluyor. Bu görünüşe göre hastalığımın sonucunda sık rastlanılan bir semptom.
Terapist: ne zamandan beri bundan haberdarsınız?
Danışan: 7 haftadır.
Terapist: bunu nasıl öğrendiniz?
Danışan: fazla terliyordum. Sınıfta arkadaşlarımızın arasında bu yaşanırken çok utandığım için hastaneye gittim. Ama orası çok saçma bir yer olduğu için hiçbir sonuç alamadım. Beni en sonun da biri rötgen çekmem için hastaneye yolladılar ve sonucunu biliyorsun tabi.
Terapist: onlara başka bir yol bulmalarını söyle
Danışan: bunu yaparlarken 12 tıp öğrencisi etrafımdaydı. Ve onlar sanki sen yokmuşsun gibi davranıp dedikodu yapıyorlardı. Bunu anlıyor musun? Sanki senin bedenin cesetmiş gibi davranıp duruyorlardı.
Terapist: çok korkunç gözüküyor. Hiç kanser bilimciyle görüştün mü?
Danışan: evet, teşhis konulduğu gün yanına uğramıştım.
Terapist: tek başına mı gittin?
Danışan: evet
Terapist: oraya giderken yanınıza hiç kimseyi almayı düşünmediniz mi?
Danışan: kimi?
Terapist: bir dost ya da aile bireylerinde olabilir.
Danışan: katiyen hayır, olamaz.
Terapist: aile bireylerine hastalığın konusunda bilgi verdiğinde nasıl bir tutum sergilediler?
Danışan: onların hala hiçbir şeyden haberleri yok.
Terapist: peki bunu kimlerle paylaştın.
Danışan: sadece seninle paylaştım.
 Terapist: benimle mi? Başka?
Danışan: benim hakkımda hiçbir bilgisi olmayan birine anlattım. Geçenlerde kro dediğimiz biri arkamdan laf atmaya başladı: “ Fıstık çok tatlısın bana bakım güler misin?” o esnada arkama bakıp bağırmaya başladım: “Ben kanserim!” diye
Terapist:  yani bu konu hakkında sadece ben ve hiç tanımadığınız biri tek mi biliyor?
Danışan: bu yaşamış olduklarımı tarafsız olarak değerlendirebilecek birileri ya da başımdan geçen bu talihsiz olayı hiç önemsemeyecek insanlara anlatmak istiyordum. Bunun nedenini tam olarak bilmiyorum. Belki tedavi olmak istemememden dolayı da olabilir. Onun için kafam çok karışık bu konuda karar verebilmem için epey bir zamana ihtiyacım var sanırım. Tedavi seçeneklerini görüp belki sonuçlarına baktıktan sonrada karar verebilirim.
Terapist: farklı tutumlarda bulunacak kimler olabilir? Annen mi? Baban mı? Veya kardeşin mi?
Danışan: Mustafa farklı davranışlarda bulunmaz. Ama saldırganlaşabilir.
Terapist: bu saldırganlık kime yönelik olur?
Danışan: ne? Hayır, hiç kimseye kendisine yansıtabilir.
Terapist: bana kendi başına tek hareket etmek istediğin gibi geldin. Tedaviyi tek başına kabul edip, kendi vücudunu başka birinin eline teslim etmenin ne kadar korkutucu olduğunu görebiliyorum.
Danışan: sana tedavinin seçeneklerini gözden geçirdikten sonra başlayacağımı söylemedim mi?
Terapist: bu düşünceler gerçekten kısa süreli kendini motive etmeye yarayan şeyler. Ama bunu unutmamalısın ki bu düşüncelerinle hastalığını tedavi edemez, hastalığının ilerlemesini durduramazsın.
Danışan: ama arkadaşım böyle söylemiyor.
Terapist: tedavi olmayacağını bu düşünceleri birine söylemek için mi buraya geldin? Sigara kullanıyor musun?
Danışan: kalabalık ortamlarda kullanmam ama bu konumuzla ne alakası var.
Terapist: eskiler der ki: “sigara kullanan insanlar, sigaranın onları öldürebileceğini kabullenmemesinin nedeni sigaranın onları daha önce öldürmemesidir.
Danışan: hiçbir şey anlamadım. Ne demek istedin.
Terapist: gerçekten senin böyle bir hastalığa yakalanıp yakalanmadığını kabullenebildiğini merak ediyorum.
Danışan: bu hastalığa yakalandığının farkındayım.
Terapist: evet, ne bildiğini soruyorum. Kanser bilimci sana ne dedi?
Danışan: kritik bir aşamasında olduğunu ve hemen tedavi görmen gerektiğini söyledi.
Terapist: ona güveniyor musun?
Danışan: hayır.
Terapist: neden güvenmiyorsunuz peki.
Danışa: ondan hoşlanmıyorum.
Terapist: ondan hoşlanmamanızın nedeni hastalığınızı teşhis etmiş olması olabilir mi acaba?
Danışan: sana seçenekleri değerlendireceğimi söyledim.
Terapist: Diğer terapistten hastalığınızdan bahsettiniz mi?
Danışan: hayır
Terapist: neden anlatmadınız?
Danışan: çünkü gerçekten bana fazla bir ilgi göstermediğini söyledim.
Terapist: bunu nasıl anladın?
Danışan: bana her zaman aynı öykülerden bahsetti.
Terapist: şu öyküyü düşünüyorum da Nasrettin hoca yardım istemez, istemez sonunda gidip birinden yardım istemeyi düşünür. Ama bu kişinin onu aşağılayacağından korktuğu için kendini aşağılamaya başlar. Bence bu bir adamın zor zamanlarında diğer bireylere güvenme konusunda sorunlar yaşadığı için anlatılmış gerçek bir öyküdür.
Danışan: bu sadece bir öykü
Terapist: ama bunu her zaman dile getirmesinin bir sebebi var. Seni gerçekten dinlemediğini mi düşünüyorsun?
Danışan: kadın çok geri zekalıydı.
Terapist: olabilir. Ama beklide senin diğer bireylere güvenmeni ve onlardan yardım istemeni öneriyor olabilir. Bunu hiç düşündün mü?
Danışan: bu söylediğin şeyler saçma sapan şeyler.
Terapist: bireyler hayatlarının bazı safhalarında yardıma ihtiyaçları vardır. Bana göre senin şimdi yardıma ihtiyacın var.
Danışan: o kadar konuşmama rağmen hiçbir şekilde beni dinlememişsin.
Terapist: sadece bu olayları tek başınıza çözmenize gerek yok. Başkaları ile de paylaşılması gerektiğini söylüyorum. Bence bunu kanser bilimsi ile konuşmanız gerekiyor. Sizin farklı seçeneklerinizin olduğunu ona anlatmanız gerekiyor. Ve ailenle paylaşman lazım
Danışan: keser misin şunu kes artık duymak istemiyorum. Ben çıkıyorum, gidiyorum.
Terapist: süremiz bitti. İsterseniz diğer görüşme için randevu alalım?

Danışan: ben sonra sizi arayacağım.


Görüşme Sizin için Nasıl Geçti?

                Görüşmede bütün duyguları yaşıyor gibiydim. Ama bunu danışana yansıtmamaya gayret gösterdim. Bunu yaparken de kendimi gizlemek ya da düşüncelerimi karşı taraftan saklama gibi bir amacım yoktu. İçinde bulunduğum durumu daha iyiye götürmek için bunu yapmak istedim. İlk başlarda danışanın nasıl bir konu ile bana geleceğini ve bu konular hakkında neler yapabileceğimi düşündüğümde ciddi şekilde endişelere kapıldım. Tabi görüşme başlar başlamaz, bu düşüncelerimin yerini danışanın söyledikleriyle yer değiştirmeye başladı. Çünkü bu endişelerimin olması, sadece bana özgü bir şeyin olmadığının farkına vardım. Bu yaşadığımın normal bir durum olduğunu düşününce kendimi tamamen danışan odaklı bir moda getirmeye gayret ettim. Özellikle de gerçek dışı bir düşünce yığınında kendimi bulmak istemedim. Genellikle danışanlar bizde sihirli bir değnek varmış gibi yaklaşırlar. Bunun yaşanmaması için danışanın duymak istediği ya da duymak istemediği her şeyi terapi etiği içinde ele almaya çalışsam da karşımdakinin, söylediğim düşüncelerden rahatsız olduğunu gözlemledim. Sadece duymak istediklerini görüşmede anlatsaydım, danışanın çevresinde bulunan insanların yaptıkları önerilerden farkım ne olurdu. Diye kendimi irdelemeden edemedim.
            Genel itibari ile ele alındığında bu dört yılın eğitim sürecinin bana nasıl getirisi olduğunu görebiliyordum. Fazla bir deneyime sahip olmasam da en azında bu görüşmede neler yapmamam konusunda bilgiye sahiptim diye düşünüyorum. Birbiriyle çatışma halinde olan duygu yığınımı kontrol etmeye çabalayarak, danışanı sansürsüz bir durumda değerlendirmeye çalıştım. Bunları yaparken de hem iyi yanlarım hem zorlandığım konuların olması beni çok sevindirdi. Olayların çözümünün belirli süreç gerektiğini düşününce motive oluyorum.


Görüşmede Sizin için Neler İyi Gitti?

            Görüşme deneyimine öncelik vermek istiyorum. Gerçek bir danışan olmazsa da olayın içinde nasıl bir tavır takınacağımı deneyim etme fıtratım oldu. Danışanla konuşunca güven konusunda bazı sorunlar yaşadığının farkına vardım. Bu güvensizliği alt etmem için öncelikle kurmuş olduğumuz ilişkinin içinde var olduğumu kendisine benimsettirmeye çalıştım. Var olmayı şöyle açıklayabilirim. Danışanın duygularını dinleyerek önemsemeye, onu olduğu gibi kabul etmeye ve anlattığı şeylerin sevgimizi etkilememesine olanak vermemeye dikkat ettim. Bana göre güven normal hayatımızdaki hava, su gibi ihtiyaçlarımız kadar önemlidir. Benim buna verdiğim değerden dolayı görüşmede olumlu bir şekilde yansıttığımı düşünüyorum.
            Danışanın söylediklerime karşı dirençler geliştirmesi doğru yolda olduğumu düşündürdü. Dirençler nedeni ile göstermiş olduğu tepkilerin danışana hayatıyla ilgili bazı konularda düşündürmeye zorlamaya ittim. Aslında burada gerçekleştirmeye çalıştığım, danışana bu konuda senin tek başına bunu yapabileceğin ve terapistin sadece hayatındaki kararlar için araç görevini üstlendiği mesajlarını şimdiden yükleme amacını, güdüyordum. Kendimi ifade ederken danışandan fazla bir tepki göstermeye çalıştım. Tabi bu düşüncemin anlatılanlara karşı tepkisiz kalınması gerektiğini savunmuyorum. Bu görüşmede ne kadar önyargılı olduğumu gözlemleme zamanım oldu. Ama iyi geçen tarafı ise şimdi ve burada kullanarak sadece danışanın anlattıklarını değerlendirdim. Bazı konularda önyargılı olabiliriz ama hiçbir şekilde karşımdakine yansıtmamak istedim. Görüşmede endişe, korku, heyecan gibi duygu yoğunluğu yaşasam da bunları danışana katiyen yansıtmadım. Çünkü bunları kontrol etmeseydim, karşımdakine yansıtsaydım danışanın bana karşı bir güven zedelenmesi ortaya çıkacaktı.
            Sonuç olarak benim için iyi giden, danışanla birlikte kalarak kendisinin varlığını her seferinde teyit ettim. Önyargılarımı, gözlemlediklerim ve duyduklarım çevresinde olayları irdeleyerek danışana yansıtmamaya çalıştım.


Görüşmede Zorlandığınızı Hissettiğiniz Yerler?

            Danışanla konuşunca güveni sağlamam gerektiğini biliyordum. Bu konuda karşı dirençler geliştirmesi beni hayli zor durumda bırakmıştı. Dirence karşı nasıl bir tavır takınmam gerektiğini tam olarak bilemiyordum. Ama aktif bir şekilde danışanı dinlediğim için kendisi beni dinlemiyorsunuz, diğer psikologlar gibi davranıyorsunuz dedikten sonra kendisinin anlattıklarını teyit etmek için geri bildirimlerde bulundum. Bunu da yukarıda anlattığım gibi dinlediğimi danışana göstermek için kendisinin tek başına hareket etmek istediğini, ebeveynlerine bağlı olduğunu, bir şeyi her seferinde size anlatmamamı ve klasikleşmiş öykülerden size sıkça bahsetmemem gerektiği konusunda uyardığınızı söyleyerek, onu dinlediğimi kendisine göstermeye çalışarak güvenin temeli konusunda sağlam bir aşama kat ettiğimi söyleyebilirim. Epey yerlerde tıkansam da danışanın her seferinde benim bu tıkanmaları atlatmamda fırsatlar sağladığını ve bunları az da olsa değerlendirmeye çalıştığımı söylemek yanlış olmaz.
            Görüşme devam ederken danışana karşı çok önyargılı olduğumu gözlemleme fırsatını bulmuştum. Ama bunu nasıl danışana yansıtmamam gerektiğini tam olarak bilmiyor ve çok büyük zorluklarla karşılaştım. Danışan olayı anlatırken hemen bazı kararlar olmaya çalışıyordum. Olayın tam olarak bitmemesi, benim düşündüğüm kafamda kurguladığım düşüncelerin hatalı olduğuna bir kanat getirmezdim. Ama görüşme ilerledikçe bu düşüncelerimin şekillenmesi ve çıkmazlara girmeme neden oluyordu. Elimden geldiğince danışana kurguladığım düşüncelerimi aktarmaya gayret gösterdim. Yani danışana halk ağzı ile eleştiri ve merak edip soru bombardımanına tutmamakta zorlanıyordum. Benim zor durumda kaldığın en önemli yerlerden bir tanesi de bu içimde yaşadığım duygu ve düşünce karmaşasının somatik olarak davranışlarımda gözükmesini engellemek için kendimle epey bir uğraş içine girdim. Burada biliyordum ki ses rengim, göz temaslarım, jest ve mimiklerimin danışanla olan ilişkimizi bu süreç zarfında hayli etkisi olacağıydı.
            Sonuç olarak görüşmede sadece danışanla muhatap olmuyordum. Kendimle de bir savaş içerisindeydim. Bu içimdeki savaş ilk başlarda çok zorlasa da danışanın anlattıklarıyla kalmamla az da olsa yatıştırmaya başladığını söyleyebilirim. Bu bölümü okumamın nedeni de kendimi daha iyi tanımlayabilme isteğidir. Bunun biraz daha süreceğinin farkındayım, aslında bu bölümün çok güzel yanlarından birinin olduğunu söylemekte fayda var.


Derste İşlediklerimiz Ne Kadar Gerçekleşebildi? Bu Unsurlar Üzerinden Kendinizi Değerlendirin.

            Aktif dinlemeyi görüşmede danışana aktardığım şu cümleyle açıklamak istiyorum. “Ben seni anlama konusunda hızlı olmasam da seni dinlediğime gerçekten emin olabilirsin. Ve bence senin hakkın da birkaç şeyi kavradığımı söyleyebilirim. Birincisi, bir şeyi her seferinde dile getirmemek. Klasikleşmiş şeyleri söylemememi ve vaktini iyi değerlendirmemi boşa gitmesini engellememi istemen. Senin ailene özellikle de kardeşine çok bağlı olduğunu, eğer işler yolunda gitmezse yalnızlığı seçtiğini söylemiştin. 50 defa seni arayıp ulaşamazsam bile.” Burada danışan kendisini dinleyip dinlemediğimi sınamak için sorduğu soruya cevaben aktarmış olduğum bu düşüncemle orada olduğumu, varlığını ve kendisine yönelik değerli bir birey olduğunu anlatarak kendisini önemsediğimi aktarmaya çalıştım. Sormuş olduğu sorunun tuzağına girmemek için elimden geldikçe yorum yapma da cimri olmaya çalıştım. Merakımı, terapötik merak üzerinden sonuca ulaşmak için kullanmaya amaçladım ve kendimi buna göre hazırladım. Mesela “Bu saldırganlık genellikle kime yönelik olur.” Diyerek kişisel merakımı hep arka planda tutmayı denedim. Burada karşıya bilgi ya da soru aktarırken açık ve anlaşılır bir üslup kullanmak istedim ki bunların çoğunu dersi dinlemem sayesinde oldu. Özellikle bunları yaparken üzerinde titizlik ile durduğum konu kullanmış olduğum kavram veya cümlelerin ikimiz için aynı anlamlar ifade edip etmediğidir. Zorlandığım konularda da bahsettiğim gibi danışanın çelişki ve ikilemlerini kendisine hep hatırlattım. Tabi bunu yaparken de dikkat etmem gereken yerlerin farkında olarak, duygu ve düşüncelerimi görüşme ambiyansına uygun olacak şekilde bir tonlama ile aktardım.
            Danışan kanser olmasına rağmen hastalığını kabul etmediği için buna benzer eskilerin kullandığı bir söz kullanmamın uygun olacağını düşündüm. “sigara kullanıcıları, genellikle sigara kullanımından dolayı öleceklerine ihtimal vermediği için kullanırlar.” Hep yapmak istediğim, danışanın konularından sapmadan olayları analiz etmektir.


Kendinizi Daha Geliştirmek için Ne yapabilirsiniz?

            Bu bölümü okumamın nedenini öncesinde de açıkladığım gibi ilk aşamam hep kendimi tanımam ve kendime yönelik yatırımlara ağırlık vermek olmuştur. Bunu yapabilmek için kendime çocukluk yaşlarındaki gelişim azmi ve inatçılığı dert edinmeye, hedeflemeye çabalıyorum. Bu çocukluk modellemesini de şöyle açıklayabilirim, çocuk yürümeyi, koşmayı ve bir şeyler elde etmek için defalarca düşüyor, kalkıyor, hata yaparak öğrendiğini ve kendilerini geliştirdiklerini görebiliyoruz. Aslında bunu hep düşünmüşümdür. Kendimi hangi yollarla geliştirebilirim? Bana göre kendinize yakın, aranızda benzerlikler olan bir idol bularak, bu yolla kendimize çocukluk modellemesini ekleyerek geliştirebiliriz.
            Görüşmede olumsuz sonuçlar alınsa da bunun doğal olabileceğini düşünmek lazım. Çocuk modellemesinde de olduğu gibi gelişimin düşme kalkma ile elde edilebileceği inancını kaybetmemek bu şekilde deneyim kazanarak ilerlenebileceği inancıdır. Gelişebilmek için artı ve eksilerimizi bilmek lazım. Eksileri artıya artılarımızı da daha çok geliştirmek gerekiyor. Görüşmede en çok sorun yaşadığım konulardan önyargılı ve ilişkilerde düşüncelerimi nasıl karşımdakine aktarmam konusunda kendime yatırımların yapılması bilincine vardım.


Danışanın Anlattıkların Duyduğunuz Temel Temalar

            Temalara bakacak olursak danışanın eski psikolog’u ile yaşamış olduğu görüşmeleri bana anlattı. Kendisinin bu görüşmeyi neden bıraktığı ve eski terapistiyle nasıl bir ilişki olduğunu sorarak bu ilişkinin danışanımın benle olabilecek olumsuzluk durumlarının oluşmasına engel olmak için hep sorgulamayı amaçladım. Eski danışanına karşı bir öfke beslemiş gibi gözüküyordu. Öfke doğal gelişen bir olaydır ama kendisi yaşamış olduğu ilişkiyi anlatırken bir öyküden bahsetmişti. Bu öykünün hayatıyla nasıl bir ilintisi olduğunu, hastalığında olduğu gibi kabullenemiyordu. Onun için kendisinin, her seferinde bana öyküyü anlatmasını istedim. Başka bir temaya bakacak olursak kanser bilimcisinin, hastalığını teyit etmesinden dolayı kendisine karşı bir öfke geliştirmişti. Genel olarak bir değerlendirmeye alacak olursak kendisine düşüncelerinin yanlışlığını her seferinde söyleyen bireylere karşı bir öfke besliyordu. Bende burada kendisine, düşünce ve davranışın hatalı olduğunu söyledim. Çünkü danışan kendisiyle aynı düşünceye sahip bir insan istiyordu ki bu da yanlıştı. Her insanın bunu dile getirmesi onu doğru yola sevk edeceğini biliyordum. Danışan ciddi olan hastalığı hep kurguladığı düşünceler ile ertelemek istiyor ve bunu da yapıyordu. Nasıl bir tedavi görmek istediğini seçeneklerinden sonra değerlendirdiğini söyleyerek kendisini kandırıyordu. Bu konuda bir otoriter olmalıydım ki kendisi bunun ciddiyetinin farkına varsın.


Verbatiminizi İncelediğinizde Farklı Yapmak İsteyeceğiniz 2 şey belirtin. Neden farklı yapmak istediniz? Farklı olan nasıl olurdu?

            “Ben burada gerçekleşecek görüşmelerimizin nasıl gideceğini tam bilmiyorum. Bunu ilişkimiz belirleyecek.” Bunu kendi heyecanımla açıklamak istiyorum. Bulunduğum konum itibari ve danışanın yaşadığı güvensizlik ilişkileri nedeni ile böyle bir soruyu ilk başlarda söylememem gerekiyordu. Kesin ve net bir şekilde cevap vermem gerekiyordu bence. Danışan zaten insanlara karşı bir güvensizlik geliştirmiş onu daha tatmin edebilecek bir cevap verebilirdim. Mesela bu görüşmenin zaman kaybı olmayacağına dair kesin bir cevap verebilirdim.
            “Diğer terapistten hastalığınızdan bahsettiniz mi?” Ben bu soruyu tam olarak görmüyorum. Sadece eski terapisti çevresinde kaldığımı bir nevi gösteriyor. Mesela burada ne yapabilirdim diye düşündüm de biraz daha açıklama yapmam gerekiyordu. Örneğin danışan tedaviyi hem eski psikolog’u ile yapmak istemiyor hem de hastalığını kendisine söyleyen kanser bilimcisinin tedavi yapmasını istemiyordu. Burada şöyle bir soru yönlendirebilirdim. Siz farklı psikolog’ların ya da farklı kanser bilimcilerin yanına gitsen de durumun aynı olacağının farkında mısınız?


Devamını Oku...

11 Aralık 2016 Pazar

Travma ile Çalışmada Farklı Bakış Açıları

0 yorum


Travma ve Travma Sonrası Stres Bozukluğuna Genel Bir Bakış

            Travma, duygusal yara olarak bahsedebiliriz. Duygusal yaralarla duygusal travmalar ile şahısta oluşmuş klinik bir durumu belirtmektedir. Bu rahatsızlık ABD Viyetnam savaşı sırasında alay konusu olmuştu. Ama bu hastalık, askerler üzerinde fazla etkisi sezilince ciddiye alınmaya başlanmıştır. Bu durum daha geniş bir hadise olarak sadece askeri bölgede kalınmayıp normal yaşantımıza da tedarik edilmeye başlanmıştır. Depremler, terör, doğal afetler hadiseleri gibi unsurlar ile insanlar duygusal bir etkiye maruz kalması ile insanların verdikleri tepki tekrarlayıcı, eski hadiseleri tekrarlamaya başlaması ve günlük hayattaki işlevselliğini bozmaya neden olması durumları olabilir. Bu durumları normal yaşantımızdaki patronun işçisine zulüm etmesi, tacizlerin artması gibi durumlar ile daha güncel sahalara yerleştiğini görebiliriz. Travmaya neden olabilecek olaylara bakacak olursak birincisi insan eli ile bilerek gerçekleştirmiş olaylar ikincisi insan eli ile gerçekleştirmiş kaza sonucu olan travmalar ve sonuncusu ise doğal afetleri gösterebiliriz. Birincisine örnek verecek olursak memleketimizde halen güncelliğini sürdürmekte olan insanların eli ile gerçekleşen terör olayları, ikincisi de verilebilecek örnek ise insan eli ile kaza yapılması ve üçüncüsünde ise sel, çığ, derem gibi doğal afetlerdir. Bu olayların bizde bırakmış olduğu etki ile kişi bu anormal olaylara karşı normal bir tepki vermesi durumunda ve belirli sürelerin geçmesi ile kişiye hepimler tarafından travma sonrası stres bozukluğu konulur.
            Travma sonrası stres bozukluğu, kişinin hayatlarının veya güvenliklerinin tehlikeye girip atlatmış yani bir travma geçirmiş kişilerde ortaya çıkmasını beklediğimiz bir hastalıktır. Yukarıda da anlattığım gibi travma sonrası stres bozukluğunu duyduğumuz da ilk aklımıza savaşta görev almış bir askerin yaşadığı travma olabileceğini söyleyebiliriz. Aslında her bireyin başına gelebilecek trafik kazaları, doğal afetler ya da tecavüz vakaları gibi travmatik olaylarda travma sonrası stres bozukluğuna neden olabilir. Bahsi geçen olay ya da durum da travma yaşanırken vücudun tehlikeye karşı iki durum ortaya çıkmaktadır. Vücudumuz bu durumlar ile karşılaştıklarında ya bu durum ile savaşmaya hazırdır ya da uzak durmaya olayı engellemeye çalışmaktadır. Buna literatür de savaş ya da kaç tepkisi denilmektedir. Mesela hiç beklemediğimiz bir anda bir ayının karşımıza çıkması esnasında fiziksel olarak vereceğimiz tepkiler ortaya çıkması olarak bakabiliriz. Travma sonrası stres bozukluğu açısından değerlendirecek olursak bu tepkinin işlenmemesine neden olacağını söyleyebiliriz. Travma sonrası stres bozukluğu olan insanlar değişik belirtiler görülebilmektedir. Bunlardan biri istenmeyen hatıralar olarak ele alabiliriz. Olayla ilgili hatıralar ya da durumlar kişiye yeniden travma yaşatabilir. Bu durumun yaşanması da kişinin günlük işlevselliğini olumsuz etkileyebileceğini söyleyebiliriz. Kendi düşünceleri ya da başkalarından duydukları kelimeler veya yaşamış olduğu olayla alakalı ilişki kurdukları objeler durumlar tarafından tetiklenebilir. Başka bir durum ise kaçınma olarak değinebilir. Üçüncü belirtisi ise olumsuz düşüncelere kapılmasıdır. Bu kişiler duygusal olarak çökkünlük yaşamasından dolayı ilişkilerde sorunlar yaşanabilir. Tedaviye bakacak olursak psikoterapi ve ilaç tedavisi kullanılabilir. Aynı zamanda iki tedavi de birlikte kullanılabilir. 


EMDR

            Türkçe anlamına baktığımızda göz hareketleri ile kişiyi duyarsızlaştırma ve beyinde aktivitede olmayan travmaları işlenmesi olarak değerlendirilmiştir. Beynimiz bazı durumlar ya da travmalar ile karşılaştığın da işlenmeyebiliyor. Bu yöntemle bu durum ya da olayların beyinde işlenmesini sağladığını söyleyebiliriz. Yani işlenmemiş bir travma üzerinde kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu yöntemle kişi yaşadığı ve işlenmemiş olay üzerinde gerçekleştirmektedir. Bu yöntemde çift taraflı duyumla verilmektedir. Bunu göz hareketleri ile fazla yapılmaktadır. Bunu sağ ve sol beyinin parmak işaretleri ile beyinler arası verilerin işlenmesini sağlanması amacı ile gerçekleştiriliyor. Bu yöntem ses ve dokunma uyaranları ile de gerçekleştirilebilir. Emdr terapi olarak hep psikodinamik hem de bilişsel ve davranışçı terapi yöntemlerini de kullandığını söyleyebiliriz. Bunu yapmak isteyen biri hem Emdr eğitimini hem de psikodinamik ve bilişsel davranışçı terapi de uzman kişiler olması gerekmektedir.
 Emdr görüşmesinde diğer terapi yönteminden farklıdır. Hasta oturuyor, terapist ise hastanın sağ çaprazında bulunarak yani birbirine paralel olacak şekilde görüşme yapılmaktadır. Bunun amacı terapistin daha iyi bir biçimde göz hareketlerini yapmak istemesidir. Bu terapi sekiz aşamalı olarak gerçekleşmektedir. Doksan dakikalık bir süresi vardır ve öncelikle kişinin kendisini güvende hissedebileceği bir yerin oluşmasını sağlamaktır. Bu terapi yöntemi uygulamak için ilk başta kişiyi rahatsız eden durumlara değinmesini istiyor. Bu durumlar bazen beyinde donmuş olarak kalan görüntü, ses vb gibi olabilir. Danışan bunları anlatarak başka olaylara kayma durumu söz konusu olabiliyor. Yaşadığı olayları rahat bir biçimde anlatılması istenmektedir. Genellikle danışana ait cümlelerle duyarsızlaştırma yapıldıktan sonra kişinin olumsuzluklara değinmesini istemektedir. Bu olumsuzlukların beden üzerinde etkisinin olup olamadığına baktıktan sonra gevşeme egzersizi ile görüşme sonlandırılıyor.
            Psikodinamik terapi, kişi yaşamış olduğu travmatik olay ya da durumu normal hayatında ki olaylardan ayırmaz bunları birlikte değerlendirmeye alarak kişinin yaşadığı olaylar içerisinde anlamlar aramaya başlamaktadır. Ama Emdr da kişi yaşadığı olay beyinde işlenmemiştir. Beyinde işlenmemiş bu olayların rahatsızlık veren etkisi olduğu gibi hiçbir etkisi de olmayabilir. Terapist bunları gün yüzüne çıkarmasına yardımcı olmak ve yeni baştan verilerin işlenmesini sağlayarak ortaya çıkardığı görüntü, ses, düşünce vb. gibi durumların danışan üzerinde rahatsız bir etkisi varsa bu rahatsızlığı ortadan kaldırılmayı amaçlanmıştır. Yapılan çalışmalara baktığımızda bilişsel davranışçı terapinin de Emdr gibi etkisinin fazla olduğunu bulmuştur. İkisi de farklı yöntemler kullansa da travma üzerindeki etkinliğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Emdr tedavisini diğer yöntemlere göre tedavi daha hızlı ve görüşme süresinin daha az olduğunu söyleyebiliriz.

BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ

            Adından da anlaşılacağı gibi olay ya da durumların hem bilişsel hem de davranış yönünden yola çıkarak çözmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bu terapi yöntemi travmanın davranış semptomları veya konu ile ilgili edindiği bilişsel bakış açılarının karşılaştığı tehditleri sentezleyerek olduğundan farklı algı süreçleri ve tutumlar üzerinde çok aşırı bir şekilde durması, orada kalması olarak ele alınabilir. Kişi karşılaştığı travmatik olay karşısında tehdit’in doğasını ve gerçekliğine yüklediği anlam farklı boyutlar olduğu durumlarda travmatik olayın etkisini göstermektedir. Danışan yaşantılarını bize sunarken nasıl bir ifade şekli kullanıldığı önemlidir. Travma da her hangi bir olayda verdiğimiz tepkinin travma mı yoksa normal bir davranış mı olduğunu anlamak için yapılan araştırmalar gösteriyor ki. Flash back dediğimiz kavram yani kişi yaşadığı olayları eski yaşantısındaki anısını anımsatıyor mu? Diye bakılmalıdır. Başka olaylara baktığımızda kendimiz bir olay karşısında aşırı duygusal tepkiler veriyor muyuz? Sese ve görüntülere nasıl tepkiler veriyoruz? Danışan da tepkisellik hali var mı? Yani aşırı hareketlilik, aşırı bir öfkelenme durumu söz konusu oluyor mu? Beklenmedik duygusal nöbetlerin yaşanması aslında kişide travma olup olmadığı hakkında bazı bilgiler edinmemize sebep olur.
            Travma ve travma sonrası stres bozukluğu tedavisi genellikle hastaya özgü olmaktadır. Bu da yukarıda bahsettiğim gibi bizim algı süreçlerimizle alakalı bir durumdur. Bilişsel davranışçı terapide en etkili olan yöntemler maruziyet terapisi ve bilişsel yeniden yapılandırma terapisi olduğunu söyleyebiliriz. Maruziyet terapisi, kişilerin korkuyla yüzleşmeleri, onları kontrol altına almaları ya da danışanın travmasını daha kontrollü ve güven içinde yeniden o anı yaşamalarını sağlamak amacıyla gerçekleştirmektedir. Bu görsel, yazılı, sesli ya da olayın yaşandığı yere ziyaretler gerçekleştirilerek yapılmaktadır. Bilişsel yeniden yapılandırma terapisi ise danışanların kötü bir şekilde gerçekleşmiş anılarından anlamlar çıkarmaları için yardımcı olmaktadır. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz aslında. Bazen danışanın anılarının veya anıları ile alakalı algı süreçlerinin gerçeklik payının olmadığından dolayı danışan kendilerini utanç ya da suçluluk hissettikleri durumlar ortaya çıkabilmektedir. Bu durumlarda danışanın daha pozitif ve olayla ilgili daha gerçekçi bir şekilde yaklaşılarak danışana yardım edilmesini sağlamaktadır.
            Bilişsel davranışçı terapiler ile ilgili psikanalistler açıklamalarda bulunmuştur. Bu terapi yönteminin görünürde etkili olduğunu söyleseler de hastalığı ortadan kaldırmadıklarını savunurlar. Yani hastalık ile ilgili ortaya çıkan belirtiler ortadan yok edebilir. Ama psikanalistlerin savunduğu, hastalarda iç dinamiklerin ortadan kaldırılmadığından dolayı yeniden ortaya çıkma durumları olabileceğini görüşünü idea etmektedirler. Aynı zamanda var oluşu ile ilgili sorunlar yaşayan, kendilerini iyi bir şekilde açıklamakta zorluklar yaşayan ve ağır travma geçirmiş danışanlar üzerinde bilişsel davranışçı terapiyi uygulayan uzmanlar bu konuda epey zorlanabilirler.

İLAÇ TEDAVİSİ

            Travma yaşayan bireyleri değerlendirdiğimizde aslında hepsinin tedavi etmemize gerek yoktur. Bunu çevresinde bulunan kişilerin desteklerini alması sonucunda gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Ama travmanın belirtileri aylarca devam edecek olursa bunun kendiliğinden ya da çevresinin desteğiyle iyileşme gerçekleşmesi epey zor gözükmektedir. Bu konuda profesyonel danışmanlık desteğinin alınmasının gerektiğini söyleyebiliriz. Travmayı psikoterapi ve ilaç tedavileri ile sağlıklı bir şekilde iyileşmeyi gerçekleştirebilir. Bu tedavileri ayrı kullanılabileceği gibi birlikte de süreçte desteklenebileceğini söyleyebiliriz. İki yöntem de birbirlerinin alternatifi olmamakla birlikte işleyişlerinin de farklı bir şekil de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. İlaç tedavisi, bireyin geçmişte deneyim ettiği travmatik olayın kaynağını çözüme kavuşturamaz. Bu travmanın kaynağını psikoterapi yöntemleri ile sağlanabileceğini söyleyebiliriz. Ama ağır travma yaşayan bireylerde ilaç tedavisi kullanılmaktadır. Ben bu açıkladıklarımı ülkemiz açısında değerlendirmek istiyorum. Başka ülkelerde psikoterapi asıl ana yöntem olarak kullanılmaktayken bizim ülkemizde bu durum ne yazık ki farklıdır. Diğer ülkelerde psikoterapi kullanıldıktan sonra vakanın durumuna göre ihtiyaç söz konusu ise ilaç tedavisine geçilmektedir. Ülkemizde ilaç sevdasının kendilerini ömür boyu ilaca bağımlı hale getirdiklerini söyleyebiliriz. Terapi esnasında ya da başka yerlerde travmanın etkisi ile semptomlar yoğun bir şekilde ortaya çıkıp terapiyi zorlaştırıp veya süreci engellemesi durumunda ilaç tedavisine başvurmak daha mantıklı olacaktır.
            Ben bu araştırmamda travma ve travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireyler için hangi ilaçların kullanılması gerektiği ve bu ilaçların bazı yan etkilerinden bahsetmek istiyorum. İlk olarak travma ilaç tedavisinde kullanılan iki tane antidepresandan bahsedeceğim. İlk olarak yaygın bir şekilde kullanılan sertralin diğer ismi ile zoloft olarak bilinmektedir. İkincisi ise paroksetin bilinen diğer ismi paxildir. Bunların ikisi de depresyon tedavisinde de kullanılan seçici seratonin geri alım engelleyici olarak kabul edilmektedir. Bu ilaçlar olumsuz duyguların tedavisinde önemli etken sahibidirler. Mesela anksiyete, üzüntü ve asabiyete tedavi etme gibi özelliklere de sahiptir. Bunları gerçekleştirirken terapötik sürecin iyi bir şekilde devam etmesini de sağlamaktadır. Bu antidepresanlar ile ilgili bilgi vermekte yarar olduğunu düşünüyorum. Birincisi kesinlikle ilaç kullanıcısında bağımlılık yapmamaktadır. İkincisi yan etkilerine bakacak olursak kısa süreli ve kişi de fazla ağır olmayan belirtiler şeklinde meydana gelmektedir. Bu yan etkileri şu şekilde sıralayabiliriz. Kusma, bulantı, sersem olma ve birden bire gerçekleşen baş ağrıları boy gösterebilir. Daha uzun süreçlerde meydana gelen yan etkiler ise cinsel isteksizlik ve kilo ile ilgili problemler açığa çıkabilmektedir. Bazı durumlar da ise bu tür antidepresanların yanında benzodiazepin de verilebilir. Bu ilaçlar kaygıyı engelleme, uyuma ve gevşeme gibi etkilere sahiptir. Bu ilaçlardan bahsetmişken bir özelliğine değinmeden geçemeyeceğim. Uzun süre boyunca kullanılması durumunda kişide bağımlılık yaratabilmektedir.
            Sonuç olarak psikoterapi ve ilaçlar yukarıda da değindiğim gibi travmaya çok yardımcı olurlar. Kısacası iyileşme terapistin ve ilaç kullanımının yanın da travma yaşayan bireyin ailesi, eşi, dostu ve arkadaşlarının yardımıyla sağlıklı bir şekilde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

PSİKODİNAMİK TERAPİ

            Bu yaklaşımı gerçekleştirmek için danışanla kurulan ilişki terapötik sürecin etkinliğini sağlamaktadır. Bu ilişki karşılıklı değer ve işbirliği şeklinde olan temel kavramlardır. Bu yaklaşım, şimdi yaşadığımız sorunlardan dolayı işleyişimizi etkilemesinin nedenini, geçmiş yaşantımızda oluşan travmalar olduğunu ve bunlarla yüzleşmemiz gerektiğini öne sürmektedir. Bu yaklaşımın üzerinde durduğu nokta insanların geçmişte yaşadıklarını ve bu yaşantılarla birlikte gelişen duyguların tekrarlama eğiliminde olduklarını savunur. Danışan terapistle ilişki kurarken bunları terapiste gösterme eğiliminde olurlar. Geçmişteki yaşantılarını terapiste yansıtmalarına “aktarım” olarak adlandırmaktadır. Danışan aktarım yolu ile terapiste travma hakkında genellikle hüzün dolu olumsuz düşünceler yansıtarak gerçekleştirebilirler. Bu olumsuz düşüncelerin anlatılması, terapiste aktarması hiçte kolay değildir. Danışan genellikle anlattıklarında terapistle kurduğu ilişkiden dolayı geri çekilme yöntemini kullanabilirler. Danışanın yaşadığı travma iç dinamikleri ve yorumlamaları ile değiştirip terapiste aktarabilir. Böyle bir tutumun olması terapötik sürecin güçlenmesine hatta çözümünü de sağlamadığı için terapiyi yarıda bırakma gibi davranışlar ortaya çıkabilir. Bu sürecin işlenebilmesi için terapist danışanın bilinç dışındaki savunma mekanizmalarını ortadan kardırması gerekmektedir. Travma, kişinin enerjisinde etkili olabilmekte ve bu kişinin bütün organizmalarını devre dışı bırakabilecek durumlara da getirebilmektedir. Travmada danışanın duygularının düşüncelerinden uzaklaşması noktasında hayatında sorunların boy gösterdiğini idea etmek mantıksız olmaz.
            Travma da olumsuz düşüncelerin ortaya çıkması ile ego tükenmişliği yaşanmakta danışan kendine değersizlik ve önemsizlik gibi anlamlar yükleyebilmektedir. Danışana bunlar atlatması için yardım edilerek eski egosunu yeniden yapılandırması amaçlanmıştır. Kişi yaşadığı travmayı hep inkar edebilmekte ve görüşme esnasında travmayı yeniden yaşayacağı korkusu olabilmektedir. Görüşmeye gelen danışan terapisti tarafından bazı bilgilerin anlatılması gerekiyor. Mesela görüşme yapılırken o travmatik durumu yeniden hatırlayabileceğine ve kendisinin bir süreliğine kabusları görebileceğine dair bilgilerin verilmesi gerekmektedir. Travma ile ilgili bazı başa çıkma yöntemleri mevcuttur. Bazıları müzikle giderirken bazıları da ev işleriyle ilgilenerek zaman geçirmektedirler. Bu terapi yöntemine gelen eleştirilere bakacak olursak fazla uzun sürmesi ve çok fazla bir maddiyat gerektiği için danışanın terapötik sürecinin aksamasına neden olabilmektedir. Psikodinamik terapi kesin açıklaması yoktur. Çoklarına göre çocukluk travmanın fazla bir üzerinde durulmaması gerektiği ve günlük yaşantılarına değinmesi yönünde eleştiriler geldiği yönündedir. Son olarak dünya da her kültürden insanın mevcut olduğunu söyleyen düşünürler, psikodinamik terapinin bütün bunların üzerinde aynı geçerliliğinin olamayacağını savunurlar.
           

Kaynakça


Richard, G., & Philip, Z. (2013). Psikoloji ve yaşam. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
Cüceloğlu, D. (2006). İnsan ve Davranış . İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.
Herman, J. (2007). Travma ve İyileşme. İstanbul: Literatür Yayınları.
 KARAKAYA, I. (2014). Çocukluk çağı travmalarında travma odaklı bilişsel davranışçı tedavi modeli. Anatolian Journal of Psychiatry/Anadolu Psikiyatri Dergisi, 15(4).
Tokgünaydın, S., & Sütcü, S. T. (2016). Travma Sonrası Stres Bozukluğunun Tedavisinde Bilişsel Davranışçı Grup Terapisinin Etkililiği: Sistematik Bir Gözden Geçirme. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 8(Ek 1), 95-107.
Balıbey, H., & Balıkçı, A. (2013). Travma Sonrası Stres Bozukluğu Tanılı Hastada Göz Hareketleri İle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (EMDR) Tedavisi: Olgu Sunumu. Dusunen Adam: Journal of Psychiatry & Neurological Sciences, 26(1).
Tural, Ü., & Öner, E. (2003). Travma Sonrası Stres bozukluğunun farmakolojik tedavisi. Psikolojik travma ve sonuçları.



Devamını Oku...

DÖVÜŞ KULÜBÜNÜN (Fight Club) ANALİZİ

0 yorum



FİLMİN ve KARAKTERİN TANIMI

            Dövüş kulübü; Kapitalist sisteme eleştiri yönelten,  tüketici toplumu olmaktan çıkarılması gerektiğini öğütleyen sahneler var,  robotlaşmış ve mutsuz topluma bu ihtiyaçlarını tüketici toplumla giderilebileceğini savunan bireyler bu düzende çözüm üretmesi yerine, Filmi izleyip rahatlaması ve hayatında çokta kısa bir zaman zarfında moral bulması söz konusudur. Yani film kapitalist düzene karşıymış gibi gözükse de bir nevi bu sisteme de hizmet etmektedir. Kapitalist sisteme biraz daha değinmek gerekirse, her çocuğun güzel bir oyuncak bebekle yani barbie bebeklerle büyümesi çok masum gözükse de ileriki hayatlarında estetik tüketici haline sokabilmekte ya da Burger king yemeklerindeki happy yazında verilmek istenilen subliminal mesaj biz topluma mutluluk satıyoruz. Anlaşılan bu dünyada hepimiz birer vebalı olmamızdır. Filme gelecek olursak jack’in hayatını düzeltmeye cesareti ve gücü yoktur. O gücü hayali kimliği olan Tyler da buluyor. Hayali kimliği dünya da oturulmuş düzeni değiştirebilmek için gereken özgüvene, cesarete ve güce de sahip olması ekstradan da bunları yapabilecek Zeka bulunmaktadır. Bunun yolu filmde gösterdiği gibi yakıp yıkmaktan geçtiğini vurgulamaktadır. Ve filmin sonunda Tyler ölmesi görevinin sonlandığını, savunduğu anarşik davranışların işe yaradığı mesajını vermektedir. Ama Tyler gibi biri yoktur. Başka verilen diğer mesajlar özgüveni, cesareti ve gücü olmayan insanların Tyler gibi birini kendi yerlerine gelip yapmak istedikleri şeyleri yapacaklarına inanmaları ve beklemeye devam etmeleridir. Tüketim toplumu olmaktan ziyade insan insanlaşma yolunda adımlar atabilmeliyiz.
            Karakter analizine bakacak olursak Narrator’un ciddi anlamda duygusal sorunları olan bunu tedavi etmek için farklı Terapi gruplarına katılması, sürekli endişeli, korku dolu, kuşkucu ve gergin bir tavır sergilemesi öncesinde bize bazı bozuklukları anımsatmaktadır. Biraz daha kurcalayacak olursak Narrator grup arkadaşı olan Marla karakterine ve iş arkadaşlarını kötü niyetli şeklinde yorumlaması, sürekli olarak bir kuşku ve güvensizlik halinde onlarla yaşamını devam ettirmesi akıllara paranoid kişilik bozukluğunu getirmektedir. Ama hayali karakteri olan Tyler’ın ortaya çıkmasıyla Narrator paranoid kişilik bozukluğundan şizofreniye kaydığını rahatlıkla görebiliriz. Şizofreni de kendi arasında tipleri bulunmaktadır. Paranoid şizofreniyi diğer tiplerden ayıran en önemli özellik sanrılı düşüncelerinin bireyin davranışlarında önemli etkisinin olmasıdır. Sanrılı düşünce diğer tiplerde bir dereceye kadar olabilir. Ama paranoid şizofreni dövüş kulübünde olduğu gibi iyi organize olmuş, düzenli ve tutarlıdır. Paranoid şizofreniye sahip bireyler her konuda normal davranışlarda bulunur, ama sanrılı konuya gelince normal dışı davranışlar sergilemekle kendini bulur. Filmde gecen sahneleri şimdi paranoid şizofreni belirtilerine göre değerlendirelim.
·         Bu dünyaya özel olarak gönderildiğini, özel bir görevinin olduğuna (kıyamet projesi) ve olağan dışı inançları vardır (koyduğu bombalarla finans tarihinin çökeceğine ve ekonomik dengelerin biraz daha yaklaşacağını savunması)
·         Var olmayan sanrılı düşünceleri, Marlayı hayali kimliği olan Tyler’dan kıskanmasının belirginliği
·         Başka bireylere anlatarak liderlik arzusunda bulunmak (Dövüş kulübü aracılığıyla insanların dünyada köleleştiğini ama özgürlüğü yakalayamadıklarını vurgulaması bu inançların değiştirebileceğini ve dövüş kulübünde oluşturduğu kurallarla liderlik arzusunu gidermesi)
·         Savundukları düşüncelere ve kendisine karşı olanlara karşı öfke duymak, saldırgan davranışlarda bulunmak (Emniyet müdürünün kendilerinin yapmış olduğu suçu yer altı bağlantılı olduğunu söylemesi ve şiddet eğilimli olarak değerlendirmesine karşın lavaboda zorlukla kendi düşüncelerini benimsettirmesi ya da tehdit etmesi sayılabilir.)
·         Hayali kimliği olan Tyler’la kişilik bölünmesi yaşaması, hayali kimliğiyle konuşması
·         Terapi gruplarına katılırken Marla’nın kendisini takip ettiği yönündeki iddiası
·         Kıyamet projesine saplantılı bir şekilde bağlanmış olması ve düşüncede bozuklukların yaşanması

DSM-V GÖRE TANI

1.      Aşağıdaki belirtilerden her biri, bir aylık sürenin önemli kesiminde bulunur. Bunlardan en az birinin sanrılar, varsanılar ya da darmadağın konuşma olması gerekir.
2.      B u bozuklukta filmde de olduğu gibi iş, kişilerarası ilişki ya da kendine bakım gibi birçok alanda işlevselliğin bozulması
3.      Süregelen bulguların en az altı ay sürmesi
4.      Yadırganacak denli gerçeğe aykırı inançlar, olağandışı yaşantılar kendini gösterebilmesi
5.      Bu bozukluğun ağırlığı, sanrılar, varsanılar, darmadağın konuşma, olağandışı psikodevimsel davranışlar ve silik belirtileri kapsayan birincil psikoz belirtilerinin nicel değerlendirilmesi ile ölçülür.
6.      Akut döneme dikkat edilmesi

DSM-IV GÖRE TANI

1.       Tedavi edilmek şartıyla bir ay içinde aşağıdaki belirtilerin en az ikisinin bulunması
·         Halüsinasyonlar
·         Dezorganize konuşmaların olması
·         Katatonik davranışların bulunması
·         Hezeyanlar
·         Silik Semptomlar, konuşma sıklığın olmaması ya da avolusyon
2.       İş, arkadaş ve toplum alanlarında işlevselliğin bozulması
3.       Sıklıkla görülen belirtilerin 6 ay ya da daha fazla süreyle kalıcı olur. 6 aylık zaman zarfı, 1 ay veya daha fazla olacak şekilde tanı ölçütlerini içinde bulundurma şartıyla belirtilerin olması gerekir.
4.       DSM-IV şizofreniyi 5 alt basamağa ayırmıştır.
·         Paranoid Tip
·         Katatonik Tip
·         Disorganize Tip
·         Ayrışmamış Tip
·         Residuel Tip

                                               ETİYOLOJİ

                Etiyoloji, psikolojik ve tıbbi problemlerin gelişiminde sebep olan veya gelişiminde payı olan faktörlerin ifade edilmesi olarak tanımlanabilir. Bozukluğun neden nasıl ortaya çıktığını düşünsel, davranışsal ve duygusal temellerinin bilinmesi başka hastalıklar ya da yeniden tekrarlanmaması açısından yeni tedavi ve yöntemlerin bulunmasında yardımcı olur. Şizofreninin etiyolojisi çok fazla risk barındırmasına rağmen kesin olarak bilinmemektedir. Ne var ki araştırmacılar şizofreninin oluşmasında ve gelişmesinde bazı faktörlerin önemli rol oynadığını vurgulamaktadır. Bu faktörler arasından biyolojik, bilişsel-davranışçı ve psikanalitik-psikodinamik faktörlerini inceleyeceğim.
1.      BİYOLOJİK FAKTÖRLER: Şizofreninin aile içinde devam etme eğiliminin yüksek olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Yapılan araştırmalarda aile çalışmaları, ikiz çalışmaları ve evlat edinme çalışmalarının etkileri ortak bir sonuç ortaya koymaktadır. Şizofreni geçiren bir kişiyle genetik olarak bağları olan kişiler olmayanlara oranla daha fazla görülme yaşanmakta hatta bu oran %30 ile %50 arasında değişebilmektedir. İkizler üzerinden örnek vermek gerekirse ikizlerden birini şizofreni tanısıyla hastaneye kaldırılsa, diğer ikizin başka insanlara kıyasla yüzde 30-50 aralarında bir yüzdelikle fazla görülme olasılığı vardır. Ya da ebeveynlerden ikisi de şizofreni geçiriyorsa, çocuklarının da bu bozukluğu geçirme olasılığı %30 ile %50 arandadır diyebiliriz. Kalıtsal özelliğin biyolojik yapısını getiren genlerin üzerindeki etkisi hiç kuşkusuz yukarıdaki gibi değinilmiştir. Yani genlerde çıkabilecek bir özellik, beyin yapısını şizofreni olmaya yönelik bir şekilde etkileyebilir. Şizofreninin biyolojik nedenleri konusunda ortak alınmış kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ama nöronsal-aktarıcılar adı verilen biyokimyasal maddelerin işlevselliğinde sorunların yaşanmasıyla bir nörondan diğer nörona sinirsel mesajların iletilmediğinden kaynaklandığı yönünde açıklamalar ve araştırmalar bulunmaktadır.
2.      PSİKANALİTİK-PSİKODİNAMİK FAKTÖRLER: Freud şizofreniyi narsistik nevroz olarak tanımlamakla birlikte bunun sebebinin kısaca duygusal yatırımların içsel ve dışsal objelere yeteri kadar yapılamaması ve şizofrenilerde olağandışı inanç ve düşüncelere kaymasıyla gerçeklikten çoğu zaman kopukluklar görülmesinden dolayı psikanalitik yaklaşım şizofreniyi zayıf bir egonun var olduğuna dikkat çekmektedir. Ego gerçeklik ilkesini barındıran kısımdır. Bu yüzden şizofreninin gerçeklikle kopukluğu ve hatta kendi içinde tutarlı olması mantıklı olabilir. Ama kendisini bilimsel araştırma ve gözleme açmaz. Bilimsel olarak psikanalitik yaklaşımı incelemek, deneysel sonuçlara ulaşmak olanağı yoktur.
3.      BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI FAKTÖRLER:
·         Davranışta insanın pasif olduğuna ve koşullandırma yoluyla çevresel uyarıcılara karşılık verdiğine inanılır. Davranış gözlemlenebildiği için veri toplayıp ölçmek kolaydır
·         Öğrenmenin etkisiyle bazı koşullanma ilkeleri, şizofreni hastanın bazı davranışlarında değişim gözlemlenmiştir. Ama bazı psikologlar davranış değişimini, hastalığın temelinde öğrenme yattığını kanıtlamaz. Şizofreninin gelişiminde öğrenmenin nasıl bir etkisi olduğu konusunda daha kesin bir bilgi ya da gözlem söz konusu değildir.

AYIRICI TANI

                Paranoid Şizofrenide halisünasyonlar, hezeyanlar ve düşüncede ya da inançlarda bozuklukların olması paranoid kişilik bozukluğundan ayırt edilebilir. Dezorganize ve Katatonik şizofrenilere özgü Semptomlar bulunmamasıyla ayırt edilir. Film karakterlerinde de olduğu gibi Kaygı, öfke, Marla’dan uzak duran bir tutum sergilemesi ve tartışmacı özellikleri bulunmaktadır. Tedaviye en iyi yanıt veren özellikleri açısından da şizofreninin diğer tiplerinden ayırt edildiğini söyleyebiliriz. Majör Semptomlara baktığımızda zulüm kuruntusu veya ihtişam yanılgısı gibi yoğunlaşan Kompleks ve sistemli kuruntular yaşamaktadır.
            Dissosiyatif bozukluklar bireyin bellek, kimlik, şuur ya da algısında yaşanan kesinti ve ayrışmanın sonucu olarak ortaya çıkar. Filme gelecek olursak Narrator hayali kimliği olan Tyler’la kişilik bölünmesi yaşamış, kıyamet projesi için binlerce mil seyahat edip Dövüş kulübünü oluşturması, akşamları kalkıp sabunlarla bomba yapması ve marla ile bir cinsel yakınlığının olduğunu unutması Dissosiyatif Rahatsızlıklarını akla getirmektedir. Ancak şizofrenideki halisünasyonlar, hezeyanlar ve kendi kendine konuşma gibi özelliklerle Şizofreniyi Dissosiyatif bozukluktan ayırt edilebilir.

TEDAVİ

1.      BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ
·         Negatif davranış ve buna hizmet edebilecek düşüncelerin farkına varmak
·         Bilişsel davranışçı Terapisti, kişiye hangi inançların hayatında sorunlar yarattığını belirlemesi konusunda yardımcı olur. Bu aşamada Terapist hangi durum, duygu ve düşüncelerin kişinin toplumca uygunsuz bulunulan davranışlara sebebiyet yarattığını anlar. Bu aşama hasta için zor olmakla beraber hastanın iç görü ve kendinin farkına varıp kendini keşfetmesi açısından çok önemlidir.
·         İlk aşamada elde edilen olumsuz davranışlara yöneliktir. Bu aşamada elde ettiği yetenekleri ve bilgileri gerçek hayata uygulamak için denemeler prova eder. Bunun için aşamalı bir işlem uygular kişi amaca adım adım ulaşır. Bu yolla her geçinilen aşamanın sıkıcılığı ve daha başarılabilir bir durum haline gelir.
·         İnsanlar genellikle belirli kalıplara benzer reaksiyonlar verir. Kişinin belirli kalıplarının neler olduğunu anlamak ve bu yolda çaba sarf etmek tedavinin amacına yönelik atılmış çok önemli adımlardır.
2.      PSİKANALİST-PSİKODİNAMİK TEDAVİ:
·         Freud kişilik yapısını id, ego ve süper ego olmak üzere ortaya atmıştır.
·         İd, tutku, merak ve heyecan duygularımızın arkasındaki itici güçtür. Freud’da göre zevk prensibine göre işleyen şey yaşam gücüdür. Olumlu yönden bakacak olursak, id aynı zamanda kendini koruma duygusunun arkasındaki güçtür. Cinsel arzuların ortaya çıkarak türlerin devamını sağlayan bölgede iddir. İd’in fantezileri hayal gücü ve yaratıcı davranışların temelini oluşturur. İd, aynı zamanda kişinin kendisine ya da topluma yöneltebileceği Agresif ve yıkıcı güçlerinde temelidir.
·         Ego, id ile süper ego arasındaki dengeyi kurmaya çalışan bir tür danışmandır diyebiliriz. Ego süper ego ile id’in isteklerini değerlendirmeye alır. Gerçekçi bir şekilde yapılan değerlendirme sonucunda istekleri kısmen ya da tamamen gerçekleştirir. Eğer id’in istekleri gerçekleştirilemeyecek türden ya da sosyal topluma son derece olumsuz sonuçlar doğuracaksa, o zaman ego savunma mekanizmalarını harekete geçirir ve id’in isteklerini bilinçaltına iter ve id ile süper ego arasındaki sorunu çözmüş görünür.
·         Süper ego bireyin vicdanını temsil eder. Süper ego bireyi toplumun kurallarına uymaya ve diğer insanlarla uyum içinde herhangi bir sorunun olmadan yaşamaya iter.
·         Bu Terapinin amacı, Bilinçaltındaki çelişkileri bilince çıkarmak ve farkındalık yaratıp bir çözüme ulaştırmaktır.
·         Ego gerçeklik ilkesini barındırdığı için filmdeki hastanın egosu üzerine ağırlık verilmeli ve ego güçlendirilme çalışmaları yapılmalıdır. Ayrıca filmi inceleyecek olursak egodan id’e sapmalar yaşandığı görülmekte cinsellik ve saldırganlık bunlar arasında sayılabilir. İd üzerinden de çalışmaları gözden kaçırmamak gerekiyor. Savunma mekanizmaları üzerinden çalışarak direnci arttırmalıdır.
·         Terapi birkaç yıl sürebilmekle beraber hasta haftada üç veya altı defa Terapisti ziyaret etmelidir. Seans süresi 50-60 dakika aralarında değişebilmektedir.
·         Nevrozlarla psikozlar açısından bakıldığında; Bu Terapi kişiler arası iletişim ve iç görü fazla olduğu için nevroz geçiren hastalarda daha fazladır.


3.      İLAÇ TEDAVİ: Biyolojik yaklaşımlarda, hastalardaki davranışsal bozukluğu biyolojik tedaviyi amaçlar. Bu amaçla ya ilaç ya da elektrik şoku kullanır. Ağır hastaların tedavilerinde ilaçların etkisini rahatlıkla gözlemlenebilir.
·         Akıl hastaların giydiği beyaz deli gömlekle hastaneye moral açından kaldırılmamalı
·         Rehabilitasyon açısından düzenli ve davranışsal olarak hastaya karşı tutumun moral düzeyinde de etkisini unutmamak ve buna göre davranmak
·         İlaç tedavilerinin negatif ve pozitif etkilerini anlamak önemlidir.
·         Antipsikotik ilaçlar şizofreninin sanrı, Halüsinasyon,  sosyal çekilme ve durumsal gerilme gibi Semptomların değiştirirler.
·         Antipsikotik ilaçlar beyindeki bazı kimyasal maddelerin etkisini azaltarak etkili oluyor.
·         Antipsikotik ilaçlara, klorfromazin, haloperidol ve krozafin diye bazılarını örnekleyebiliriz.
·         İlaç tedavilerin negatif etkilerine bakacak olursak dopamin motor kontrolünde önemli rol oynadığı için tedavide kaslarda çoğunlukla rahatsızlıklar etkisini gösterir.
·         Şizofreni hastaların bazı ilaçların kullanmasıyla ortaya çıkan yan etkilerinden bir tanesi de kilo alımı ya da diyabet hastalık riskini taşıyabilmektedir.
·         Yukarıdaki maddelere bakılacak olursa antipsikotik ilaçlar şizofreniyi tedavi etmez, altında yatan psikopatolojiyi yok etmez. Ancak en azından hastanın en yıkıcı Semptomlarını kontrol altına almasında ciddi derecede etkisinin olduğu anlaşılmaktadır.
·         Sosyal çekilme ve bastırılmış duygular şizofreninin negatif Semptomları olduğuna değinmekte yarar vardır.

Bu yöntemlerle ilerlemek ne açıdan bu kişiye iyi gelirdi? Psikiyatrik veya başka bir sağlık alanına yönlendirme yapar mıydınız?

            Filmin karakterini şizofreni tanısıyla ele aldığım için hazırlamış olduğum raporu şizofreni kişi olarak durumu değerlendirmeye çalıştım. Bunun için son soruya da şizofreni tanısıyla gelen bir birey olarak bakacağım.
            Hazırlamış olduğum raporda da şizofreninin farklı tipleri olduğunu yukarda değindim öncelikle bana gelen hasta hezeyanlar, Halüsinasyonlar ve sanrılar geçirdiğini söylemesi ve sosyal topluma zararlar yarattığına değinmesi beni bir psikiyatra yönlendirecek yani hastayı psikiyatrla ben beraber hastanın durumunu değerlendireceğiz. Çünkü şizofreni tanısı alan kişi ve hezeyan sanrı gibi ağır durumların yaşanması ilaç tedavisinin şart olduğunu, ayrıca başka tedavilerin etkisi fazla olamamaktadır. Buna değinmeden de geçemeyeceğim ilaç tedavisi hastayı tam anlamda iyileştirmez sadece bazı beyindeki bazı kimyasal maddelerin etkisini azaltır. Buradaki amacın hastanın kontrol altında tutulması, topluma zarar vermeyecek bir birey olarak kazandırmaktır. Psikiyatrla çalışmanın her hangi bir zararı yoktur bence aksine bilgi alışverişinde bulunmak Terapiye artısı olur. Psikolog ile psikiyatr almış oldukları eğitimlerin bazı konularda aynı bazılarında farklılık olması da yazdıklarımı bir noktadan sonra doğrular niteliktedir. Ve sadece psikiyatr değil. Ulaşabildiği bütün psikolojiyle ilgili kuruluşlarla irtibat halinde olunması gerektiğinin kanaatindeyim.

Kaynakça

Carlson, N. R. (2014). Fizyolojik Psikoloji. Ankara: Nobel Akademik.
Cüceloğlu, D. (1991). İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Fincher, D. (Yöneten). (1999). Dövüş Kulübü [Sinema Filmi].
Kleinman, P. (2013). Psiko 101. İstanbul: Okyanus Yayıncılık.
Koroglu, E. (2014). DSM-5 Tanı Ölütleri Başvuru El Kitabı. Ankara: HYB Yayıncılık.
Köroğlu, E. (1978). DSM-IV-TR CİLT 1. Ankara: HYB Yayıncılık.
Zimbardo, R. J.-P. (2013). Psikoloji ve Yaşam. Ankara: Nobael Akademik Yayıncılık.


Devamını Oku...

 

Psikolog Yunus Kaçan Copyright © 2015 | Türkçeleştirme: Karamsar Temalar